FİLİSTİN’DE ÇOCUK OLMAK VE ULUSLARARASI HUKUK
ABDULKADİR TOK
Çatışma ortamları, insan temel hak ve özgürlüklerine doğrudan etki eden en yıkıcı, en acı verici ortamlardır. Çatışmalardan maddi manevi en fazla etkilenen kişiler de hiç şüphesiz kadınlar ve çocuklardır. Bu ortamlar, özellikle teknik olarak kendini savunmaktan yoksun olan çocukların yaşam hakkına doğrudan olumsuz etki etmekte ve dolayısıyla toplumun gelişmesine de engel olmaktadır. Nitekim yaşam hakkının ihlal edildiği bir ortamda diğer temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması hukuken mümkün değildir. İsrail’in Filistin’deki orantısız saldırılarından en fazla etkilenen hiç şüphesiz çocuklardır. Filistinli çocuklar sadece orantısız saldırılardan dolaylı etkilenmiyor, ayrıca İsrail tarafından tehdit olarak görüldükleri için eğitim, sağlık, gıda vb. temel hak ve hürriyetlerden de doğrudan mahrum bırakılıyor. Gelinen noktada Filistin özelinde yapılan en iyi tespit çocuklara uygulanan “insan hakları ihlallerinin” İsrail tarafından devlet politikası olarak uygulanmasıdır. Bu sebeple yapılan ihlallere engel olmak güç bir hal almaktadır.
İnsan haklarının ortaya çıkması ve günümüze kadar ulaşmasındaki asıl amaç insanlara karşı gerek devlet gerekse devlete bağlı unsurlar tarafından yapılan ihlallerin sonlandırılmasıdır. Bunun için de iki farklı yol öngörülmüştür. Birinci yol, o ülkenin kendi iç hukukunda alınan tedbirlerle ya da kişilere verilen birtakım hak ve yetkiler neticesinde bu ihlallerin önüne geçilmesidir. İkinci yol ise uluslararası aktörler aracılığıyla bu ihlallerin sonlandırılması yönünde kapsamlı bir çalışma, tedbir, baskı vs. olmasıdır. Belirtmek gerekir ki bu iki yol da İsrail’e karşı uygulanabilmiş değildir. Çünkü İsrail, çocuklar başta olmak üzere ihlal ettiği bütün hak ve özgürlükleri bir devlet politikası olarak yapmaktadır.
Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ICESCR/ESKHS), Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR/MSHS), Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (ICERD/ IAOKİS), BM Çocuk Hakları Sözleşmesi (CRC/ÇHS) ve BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) gibi insan haklarını esas alan birçok uluslararası sözleşmenin tarafı olmasına rağmen İsrail’e söz konusu ihlallere ilişkin herhangi bir iyileşme veya yaptırım söz konusu değildir.
Çünkü İsrail, uluslararası insan hakları sözleşmelerindeki hükümlerin Filistin’in resmi olarak kabul gören bir devlet olmaması gerekçesiyle Filistin topraklarında uygulanamayacağını iddia etmektedir. Lakin Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı başta olmak üzere uluslararası yargı mekanizmaları İsrail’in bu antlaşmalar kapsamındaki yükümlülüklerinin Filistin topraklarında da geçerli olduğunu kabul etmektedir. Aslında bu duruma karşılık uluslararası hukukun harekete geçmesi ve İsrail’in özellikle çocuk ve kadınlara karşı gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerine karşı bir baskı kurması gerekmektedir. Buna rağmen İsrail’in insan hakları ihlallerine karşın uluslararası toplumda ciddi bir tedbir, baskı, yaptırım vs. bugüne kadar görülmemiştir.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi
Konumuz çocuk hakları olduğu için İsrail’in çocuklara yönelik gerçekleştirdiği hak ihlallerine değinmeden evvel çocukların haklarına dair en kapsamlı ve en güncel olan aynı zamanda İsrail’in de taraf olduğu Uluslararası BM Çocuk Hakları Sözleşmesine değinmek yerinde olacaktır. Çocuk Haklarına dair sözleşme Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenmiş ve 2 Eylül 1990 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. İsrail de dâhil olmak üzere 196 ülkenin taraf olduğu sözleşme en fazla ülkenin onayladığı çok geniş kapsamlı bir insan hakları belgesidir.
Söz konusu sözleşmenin amacı sözleşmenin ön sözünde açıkça ifade edilmiştir. Buna göre taraf devletler, ‘’bu metinlerde yer alan hak ve özgürlüklerden ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuştan veya başka durumdan kaynaklanan ayrımlar dâhil, hiçbir ayrım gözetilmeksizin yararlanma hakkına sahip olduklarını benimsediklerini ve ilân ettiklerini kabul ederek, çocuğun toplumda bireysel bir yaşantı sürdürebilmesi için her yönüyle hazırlanmasının ve Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda ilân edilen ülküler ve özellikle barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmesinin gerekliliğini göz önünde bulundurarak, çocuğun korunması ve uyumlu gelişmesi bakımından her halkın kendine özgü geleneklerinin ve kültürel değerlerinin taşıdığı önemi göz önünde tutarak’’ aşağıdaki kurallar üzerinde anlaşmaya varmışlardır.
Öncellikli olarak çocukları esas alan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme insan haklarının ana amacı hiçbir yerde çocuklara din, dil, ırk, mezhep, millet vs. herhangi bir ayrımcılık uygulanamaz diye açıklamıştır. Bu minvalde çocukların hangi statüde olursa olsun eğitim, sağlık, gıda, barınma hakkı gibi temel haklardan yoksun bırakılamayacağını ve bunun için taraf devletlerin gerekli önlemleri almakla yükümlü olduğu vurgulanmıştır. Pek tabii sözleşmenin en önemli eksikliği ise sözleşmenin hükümlerinin ihlal edildiği ve gerekli tedbirlerin alınmadığı zamanlarda ilgili devlete karşı herhangi bir yaptırım içermemesidir. Bu husus sözleşmenin Genel Kurul tarafından imzaya açılmış olmasından kaynaklı olabilir. Nitekim BM’nin Genel Kurul organının aldığı kararlar veya imzaladığı sözleşmeler bağlayıcı niteliğe haiz değildir. Genel Kurul tarafından yapılan sözleşmeler ya da alınan kararlar uyarı ve tavsiye niteliğindedir. Bu nedenle aşağıda açıklayacağımız üzere İsrail’in açıkça ihlal ettiği temel çocuk haklarına karşın herhangi bir uluslararası yaptırım söz konusu olmamıştır.
İsrail’in Filistinli Çocuklara Yönelik İnsan Hakları İhlalleri
Filistinlilerin yarısından fazlasını genç nüfus oluşturmaktadır. Bu nedenle İsrail, Filistin’in genç nüfusunu ön plana alarak gençlere karşı psikolojik, ruhsal, zihinsel, fiziksel, hukuksuz tutuklama, gözaltına alma ve ağır para cezaları uygulamaları gibi politikalar güderek gençleri toplumda pasif hale getirip Filistinlilerin geleceğe dair özgürlük umudunu tamamen yok etmek istemektedir.
İsrail, uyguladığı baskı ve şiddete karşı oluşan direnişi, isyanı engellemek isteyen halk arasındaki gençleri yakalayıp fiziksel şiddet uygulamaktadır. Bu İsrail’in sorgu öncesi ya da sonrası gencin ve ailesinin direniş düşüncesini kırmak amacıyla uyguladığı yöntemlerden birisidir. Son yapılan araştırmalara göre yakalanarak sorguya alınan Filistinli gençlerin %45’i dayağa maruz kalmış ve dayak neticesinde %5’inin vücutlarının çeşitli yerlerinde kemik kırıkları tespit edilmiştir.
İsrail güçleri tarafından maruz kalınan fiziksel şiddet neticesinde çocuğun psikolojik yapısında olumsuz etkiler oluşturmakta ve sonrasında çocuk, işgalcilere karşı direnmekten korkmaktadır. Bu psikoloji ile çocukların hem eğitim hayatı hem sosyal hayatı hem de aile hayatı dramatik bir hal almaktadır. Oysaki İsrail’in bu eylemi yukarıda izah etmeye çalıştığımız çocuk hakları sözleşmesine açıkça aykırıdır. Sözleşmenin 19. Maddesi uyarınca taraf devletler “…çocuğun ana–babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dâhil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel…’’ bütün önlemleri almakla yükümlü kılmıştır. İsrail’in çocukları şiddete karşı koruması gerekirken bir devlet politikası olarak çocuklara şiddet uygulaması uluslararası hukuka açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
İsrail’in çocuklara karşı hukuku ihlal ettiği bir diğer husus ise yaşam hakkını sınırlayan hukuksuz tutuklama ve gözaltına alma olaylarıdır. İsrail, işgaline karşı direnen Filistin halkını caydırmak ve korkutmak maksadıyla çocukları düzenli olarak gözaltına alıyor ve büyük çoğunluğunu tutukluyor. Filistinli çocuklara karşı uygulanan sözde yoğunlaştırılmış güvenlik tedbirleri nedeniyle tutuklanan çocukların sayısında gün geçtikçe artış görülmektedir.
Filistin’in resmî istatistiklerine göre yalnızca geçtiğimiz yıl 1000’in üzerinde çocuk tutuklandı ve bu rakam önceki yıllarda tutuklanan çocuk sayısının oldukça üstünde bir rakamdır. Rapora göre tutuklanan çocukların büyük kısmının yaş aralığı 12 ila 15 arasında değişmektedir.
Raporlar neticesinde tutuklanan çocuklara Filistinli gençlerin yaklaşık %20’sini oluşturmaktadır. Pek tabii bu tutuklamalar İsrail medyasının lanse ettiği gibi birkaç gün ile sınırlı değil. Kimi çocuklar müebbet hapis cezasıyla dahi karşı karşıya kalmaktadır. Tutuklama süresince çocuklar, fiziksel şiddete ve bazen de yaralanmaya maruz kalmaktadır. Tutuklama evlerine veya askeri kamplara götürülen çocuklar ise bazı durumlarda dışarı çıkmaktan mahrum bırakılmakta ve bu süreçte kendisini savunmak isteyen avukatları hatta aileleri ile dahi görüştürülmemektedir. Netice olarak cezasının bitip serbest bırakılması anında dahi İsrail rejimi tarafından belirlenen para cezası ödenmeden çocuk özgürlüğüne kavuşamamaktadır. Her hâlükârda çocuklara karşı yapılan muamele insan haklarına uygun değildir. Nitekim yine çocuk hakları sözleşmesinin 37/2. Maddesi uyarınca taraf devletler ‘’Hiçbir çocuk yasadışı ya da keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. Bir çocuğun tutuklanması, alıkonulması veya hapsi yasa gereği olacak ve ancak en son başvurulacak bir önlem olarak düşünülüp, uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulacaktır.’’ denilmektedir. Hükümden de anlaşılacağı üzere İsrail’in yapmış olduğu tutuklama ve gözaltı eylemi özellikle bu süreçte geçirilen süre açısından açıkça uluslararası hukuka aykırıdır.
İsrail’in Filistinli çocuklara karşı ihlal ettiği bir diğer temel hak ise eğitim hakkıdır. İsrail rejimi, Filistinli gençlerin direnişe katılmaları, okullardaki öğrenci kalabalıklarının bu direnişte kullanıldıkları bahanesiyle ve çocukları eğitimden mahrum bırakmak gayesiyle eğitim kurumlarını kısmen veya tamamen kapatma politikası gütmektedir. Dolayısıyla çocuklar için okul, güvenli ve korunaklı bir yapı olması gerekirken Filistin topraklarında İsrail’in orantısız saldırıları altında yaşayan çocuklar için okul, şiddetin çeşitli türlerine maruz kalınan bir yer haline gelmiştir. İşgal devletinin uygulamaları çocukların eğitim imkânlarını kısıtlamaktadır.
2013 yılında Dünya Bankası’nın yaptığı bir ankete göre genç Filistinlilerin (10-24 yaş) %60’ı eğitimi hayatlarının ilk sırasına koymaktadır. Bölge ülkeleri ile karşılaştırıldığında %90’lara varan okuma yazma oranı ile Filistin, bölgedeki diğer ülkelere göre oldukça yüksek bir orana sahiptir. Lakin aynı oranda da eğitimden mahrum bırakılmaktadır.
Eğitimden mahrum bırakılan çocuklar sokaklarda, caddelerde İsrail güçleriyle karşılaşmakta ve bu durum artık günlük davranış haline gelmiş ve bu onların eğitim alanı olmuştur. Pozitif bilimlerden mahrum bırakılan çocuklar bu süreçte yaşları ilerlemesine rağmen doğru dürüst bir eğitim göremediklerinden dolayı psikolojik olarak sıkıntılar çekmektedir.
Çocukların eğitim hakkı söz konusu çocuk hakları sözleşmesinin 28. Maddesi vd. açıkça düzenlenmiştir. Maddenin ilk fıkrasına göre taraf devletler, “…çocuğun eğitim hakkını kabul ederler ve bu hakkın fırsat eşitliği temeli üzerinde tedricen gerçekleştirilmesi…” için her türlü tedbiri almakla yükümlüdür. İsrail’in bu yükümlülüğü ihlal etmesi kabul edilebilir değildir. Ne yazık ki İsrail uluslararası hukuku hiçe sayan bu uygulamalarına yetmiş yıldır pervasızca devam etmektedir.
Netice
Yukarıda izah etmeye çalıştıklarımızın tamamı çocukların özel bir şekilde korunmasını öngören uluslararası sözleşmelerin açık bir ihlali niteliğindedir. Yapılan ihlaller sadece Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni değil insan hakları hususunda tüm devletlere emsal teşkil eden 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne ve türevi olan diğer insan hakları sözleşmelerine de açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Çünkü bu sözleşmeler hangi statüde olursa olsun çocuklar özelinde kişilerin tüm hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılmalarını açıkça kısıtlamıştır. Fakat buna rağmen İsrail'e sözlü uyarı dışında herhangi bir karşılık verilmemektedir. Oysaki İsrail’e karşı fiili bir uyarı/yaptırım da şarttır. Ne yazık ki bu vb. insan hakları sözleşmelerinin, protokollerinin en büyük eksikliği taraf devletlerin sözleşmenin hükümlerine karşı gerçekleştirdiği aykırılıklarda herhangi bir yaptırımın olmamasıdır. Uluslararası hukuk organlarının evvela bu eksikliği gidermesi lazımdır. İslam ülkelerinin bu konuda evvelâ kuruluş amacı Kudüs/Filistin olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nı harekete geçirmesi ve bu eksikliklerin giderilmesi için BM organlarına topyekûn baskı yapması elzemdir. Pek tabii BM'nin çatısı altından kurulan insan hakları komisyonlarının eksikliklerinden evvel BM'nin kendi ana organlarının yapısının da revize edilmesi gerekmektedir. Güvenlik Konseyi’nin 5 daimî üyesinin veto hakkının bulunması ve bu 5 ülkenin veto hakkını kendi çıkarları doğrultusunda kullanması küresel adaletin sağlanmasındaki en büyük haksızlıktır, eksikliktir. İsrail'in insan hakları özelinde gerçekleştirdiği hak ihlallerine ve diğer savaş suçlarına karşı bugüne kadar herhangi bir fiili yaptırımın olmaması ya da doğrudan bir soruşturmanın başlatılamamasının temelinde güvenlik konseyinin veto hakkı müessesesi engel teşkil etmektedir. Bugüne kadar İsrail aleyhine güvenlik konseyinin önüne giden dosyalar başta ABD olmak üzere veto hakkı olan ülkelerin biri tarafından reddedilmiş ve güvenlik konseyinden sadece uyarı, kınama çağrısı kararları çıkmıştır.
Yukarıda izah ettiğimiz nedenlerden ötürü Uluslararası Hukuk aktörlerinin, veto hakkı bulunmayan diğer devletlerin evvelâ adil bir revize neticesinde BM'nin içyapısının değiştirilmesi için gayret göstermeleri gerekmektedir. Revize neticesinde İsrail ve insan haklarını ihlal eden fakat yaptırım uygulanmayan diğer aktör ve devletlerin eylemlerinin durdurulması sağlanmalıdır. Elbette ki tüm bu hak ihlallerine karşın uluslararası aktörlerin çocuklar konusunda daha duyarlı olması ve konunun çözümü için çalışılması ehemmiyet arz etmektedir. Bahsettiğimiz eksiklikler giderilmez ise söz konusu hak ihlallerine karşı durum değişmeyecektir. Dolayısıyla insan hakları ihlalleri ile ilgili yapılan çalışmalar, kurulan uluslararası komisyonlar sadece bir hayal olarak kalacak ya da hazırlanan raporların sayfalarında kaybolup gidecektir.
KAYNAKÇA