Suna Durmaz
Arap edebiyatında “Ukiltu yevme ukile es-Sevru’l ebyadu.” (Ben, beyaz boğa yenildiği zaman yenilmiştim.) diye meşhur bir atasözü var.
Ebu’l Fadl el-Meydanî’nin (ölümü hicrî 517), içinde altı bin Arap atasözü bulunan Mecm’a el-Emsal adlı meşhur kitabında geçen bu atasözü ve hikâyesi üzerinde “kıssadan hisse” çıkarmak babından derin derin düşününce; Anadolu topraklarında Osmanoğulları diye bilinen küçük bir fidan iken, gelişip büyüyerek koca bir çınar olup üç kıt'aya dal budak salan; din, dil, ırk farkı gözetmeksizin onlarca milleti bağrında barındırıp barış içinde idare eden ve 400 yıl boyunca Ortadoğu’da hüküm süren Osmanlı denen o müthiş gücün nasıl yıkıldığını anlamamız kolaylaşıyor.
Nasıl mı? Gelin, hep beraber hikâyeyi okuyalım:
Bir zamanlar, beyaz, siyah ve kırmızı renkli üç boğa varmış. Bu boğalar aralarında güç birliği oluşturmuşlar. Vahşi hayvanların cirit attığı ormanda hep beraber gezdiklerinden, bu üç boğanın yanına korkudan kimse yaklaşamazmış. Durum uzun bir müddet böyle devam etmiş. Tâ ki, aslanın hilesine kanıncaya kadar...
Aç gözlü aslan, bütün ormanı kabzası altında tutmayı, “orman kralı” olup, ormanda yaşayanları sahip oldukları zenginliklerle beraber emri altına almayı hedefliyormuş. Üçlü ittifak içinde kuvvet birliği oluşturan boğalar bu hedefine ulaşmasına engel olduğu için, onlara hileyle yaklaşıp tasfiye etmeye karar vermiş.
Boğaların arasına fitne sokmaya karar veren aslan, türlü türlü desiselerle boğalara yanaşmayı denemiş. Çabalamış, çabalamış... Sonunda boğaların arasına sızmayı başarmış ve kısa sürede aslan ve boğalar arasında dostluk kurulmuş.
Günlerden bir gün; siyah ve kırmızı boğayla başbaşa kalan aslan,
“İşte fitne ateşini yakmak için kollamış olduğum fırsat! Hemen değerlendirmeliyim” diye düşünmüş ve boğalara dönerek:
“Bu beyaz boğa var ya! Sizin için çok büyük bir tehlike oluşturuyor. Boğa olmasına boğa; ama, rengi sizinkinden çok farklı. Beyaz rengi yüzünden yırtıcı güçlere hedef olmanız kolaylaşıyor. Buna engel olmanız için onun safdışı bırakılması lâzım. Şayet isterseniz, bu işi sizin için ben yapabilirim. Böylece, çok kıymetli zenginlikleri içinde bulunduran bu ormanın tek hakimi siz ikiniz olursunuz” demiş.
Aslanın hilesine kanan siyah ve kırmızı boğa, beyaz boğanın boğazlanması teklifini onaylamışlar. Arkadaşları tarafından dışlandığı için yalnız kalan beyaz boğayı kollayan aslan, fırsatını bulur bulmaz boğayı parçalayıp yemiş. Sonra da sessiz sedasız bir şekilde diğer iki boğanın yanına dönmüş ve arkadaşlıklarına devam etmiş. Bir zaman sonra aslan, kırmızı boğayla başbaşa kalmış ve tekrar aynı hileye başvurmuş. Kırmızı boğaya:
“Senin ve benim ortak bir yönümüz var. Bak, ikimizin rengi de kırmızı. Diğerinin ise siyah. Onu saf dışı bırakırsan, bu ormanın tek hakimi sen olursun. Şayet istersen, bu işi senin için ben yapabilirim” demiş.
Bu sözlere kanan kırmızı boğa, “Öyle ya! Aslan çok haklı. Benim rengim kırmızı. Neden rengi siyah olan bir boğayla arkadaş oluyorum ki!? Evet, bu ormanın tek sahibi ben olmalıyım, ben!” demiş. Ve aslana siyah boğayı boğazlaması için izin vermiş. Bunun üzerine, yıllarca acı ve tatlı günleri beraber paylaştığı can dostu kırmızı boğa tarafından dışlanan siyah boğa, kolaylıkla açgözlü aslana yem olmuş.
Ormana tek başına egemen olma hırsıyla, siyah boğanın aslana yem olmasına müsaade eden kırmızı boğa, aslanın kendisine doğru geldiğini görünce,
“Aaa! Aslan dostum, ne haber? diye seslenip yanına yaklaşmış.
Bir de bakmış ki, aslan vahşileşmiş, burnundan soluyor. İşte o an, dostum dediği aslanın dost değil, düşman olduğunu ve üzerine çullanmaya hazırlandığını anlamış.
Aslanın pençelerinden kurtulamayacağını idrak eden kırmızı boğa, “Eyvah ben ne yapmışım! Bu vahşi aslanın beyaz boğayı yemesine izin verdiğim zaman, meğer ben kendi ölüm fermanımı da imzalamışım!” mânâsında olan “Ukiltu yevme ukile es-Sevru’l ebyadu” demiş.
Son pişmanlığın payda vermeyeceği mâlûm. Kırmızı boğanın pişmanlığı da aslanın öldürücü pençelerine düşmesine engel olamamış ve doymak bileyen açgözlü aslan tarafından paramparça edilmiş…
Hikayeden yola çıkarak, Ortadoğu coğrafyasının halini analiz edebiliriz. Emperyalist Batı’nın çıkardığı I. Dünya Savaşı sebebiyle Balkanlarda ve Arap âleminde ortaya çıkan bağımsızlık hareketleri neticesinde Osmanlı Devleti yıkılınca, bölge 100 yıldır rahat yüzü görmedi. Anglo- Saksonlar, güçlü devletten arındırdıkları İslam topraklarının yüreğine İsrail diye kanlı bir hançer sapladılar. Yara derinleşince, Filistin toprakları Siyonistler tarafından fiilen işgal edildi. Mukaddes Kudüs, Yahudi hakimiyeti altına girdi… Irak parçalandı.. Suriye lime lime oldu… Halkımızın “Burası Yemendir” diye türküler yaktığı güzel Yemen ise, her gün kan ağlıyor!.