Elif Arslanoğlu Ergin
Yavuz Sultan Selim’in Trabzon’daki valilik döneminden başlayarak hayatını ve zamanının olaylarını anlatan tarih yazıcılığı, daha sonra oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümranlık yıllarında devam eder. Yavuz Sultan Selim döneminde yazılan tarihi kayıtlara Selimnâme; Kanuni Sultan Süleyman döneminde yazılanlara ise Süleymannâme adı verilir. Bu kronikler, farklı müellifler tarafından hem manzum hem de mensur türünde telif edilmiştir. Yavuz Sultan Selim hilafeti aldıktan sonra kutsal emanetleri İstanbul’a getirtir. Mısır ve Suriye seferleri sonucunda Osmanlı topraklarına katılan Kudüs, Şam eyaletine bağlı sancaklardan biri olur. Selimnâme kroniklerinde Kudüs ile ilgili en geniş bahis bu ziyaret babında anlatılır. Kadızâde’nin Selimnâme eserinde fethedilen yerlere atanan valilerin isimleri de yer alır. Yavuz Sultan Selim’in Kudüs’e atadığı ilk sancak beyi İskender Bey Evranozoğlu’dur. Sefer boyunca orduya eşlik eden Haydar Çelebi’nin Ruznâme eserinde bu atamanın tarihi 30 Eylül 1516 olarak verilir. Şükri-i Bitlisî’nin Selimnâme’sinde verilen bilgiye göre padişah bu kararı Şam ilinin fethinden hemen sonra Halep’te alır:
“Lutf ile Müstansır Oglın itti ol
Ol sıfâtı aldı oldı ber-murâd
Evrenos Oglına virdi Kudsi şâh
Ser-firâz itti gedâsın pâdişâh
Gazzeye ‘İsâ Beg Oglı vardı tîz
Ol Muhammed Beg kim oldur şîr-hîz.”
Bu sırada Yavuz Sultan Selim, Mısır’a bir elçi göndererek teslim olup tabiiyet göstermelerini ister. Ancak elçinin öldürüldüğü haberini aldıktan sonra hiddetlenen padişah, Sinan Paşa’yı Memluk Devleti üzerine gönderir. İki ordu Gazze şeridinin güneyinde kalan Han Yunus’ta karşılaşır. Sinan Paşa’dan sonra Gazze’ye doğru yola çıkan Yavuz Sultan Selim, Calculiyye’ye vardığında Sinan Paşa’nın zafer kazandığı haberini alıp bugün Kudüs bölgesinin tarihi bir şehri olan Remle’ye geçer. Şükri-i Bitlisî’nin hemşehrisi ve çağdaşı İdris-i Bitlisî, hemen Remle ilinin karşısına düşen Kudüs’ün padişah tarafından ziyareti ile ilgili hususta baş gösteren muhalefetten detaylıca bahseder. Bu bahiste kendisinin Yavuz Sultan Selim’in Kudüs’ü ziyaret etmesini teşvik ettiğini ve Sultan’a bu yönde karar bildirdiğini anlatır. Selimnâmelerde Sultan’ın Kudüs’ü ziyaret kararını nerede aldığı ile ilgili farklı beyanlar vardır. Kemalpaşazâde bu kararın Gazze’de; Celalzâde Mustafa ise Remle’de alındığını yazar.
Yavuz Sultan Selim, ordunun kendisine refakat etmesi ve bu durumun seferi zorlaştıracağı düşüncesi sebebiyle Kudüs’ü ziyaret etme isteğini istişareye açar. İdris-i Bitlisî, nurların indiği o yerin ve nebilerin mabet ve makamlarının ziyaretinin bir an önce yapılmasını telkin eder:
“İnsanları ancak üç mescit takviye eder; Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim mescidim.” Hadisinin mazmununu hatırlatarak bu haberlerle bağlantılı olarak şunu arz etti: “Bu mukaddes toprakların hükümdarı olmak, zahiri ve manevi saltanat gereğince Hz. Süleyman ve Hz. Davud peygamberlere (selam üzerlerine olsun) mahsustur ve onlara nisbet edilir. Güçlü sultanlar ve padişahlar, Resulullah’ın halifesi ve o peygamberlerin halefleri mesabesindedirler. Menzil ve makama yakın olunması itibariyle halef olunana tazim ve saygı göstermekse yüce şanlı padişahlara layıktır.”
Yavuz Sultan Selim; Sinan Paşa, Yunus Paşa, Hasan Can, Hafız Mehmet ve Hüsam Paşa gibi ileri gelen ricaliyle Kudüs şehrine varır. Mescid-i Aksa hizmetlilerine Sultan’ın geldiği haber verildikten sonra Mescid-i Aksa’da nice kandiller şulelendirilir. Buradan harem kapısına kadar atıyla ilerleyen Sultan, bu noktada atından inerek Kubbe-i Sahra’ya yönelir ve burada Hz. Davud (a.s.)’ın ibadet ettiği yeri, altındaki mağarada Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in ve Cebrail (a.s)’ın ayak izinin, Hz. Hamza (r.a.)’ın kalkanının ve Hz. Ömer (r.a.)’ın bayrağının bulunduğu Hacer-i Sahra’yı ziyaret eder. Hacer-i Sahra olarak bilinen bu mescitte iki rekât namaz kıldıktan sonra seferi için nusret temenna eyleyen Sultan’ın Mescid-i Aksa’da ettiği dua da dikkate şayandır. Silahşor lakaplı yazarın Feth Name-i Diyar-ı Arab eserinde Münâcât-ı Sultân-ı Rûm der-Mescid-i Aksâ başlığı ile verdiği bu manzum duada Sultan’ın yine nusret dilediği görülür:
Askerime nusrat eyle ya İlâh
Geldiler bâbına cümle rû-siyâh
Yüzlerin ağ eyle Ahmed hakkıçün
Gâzilerin seyf ü türsü hakkıçün
Mescid-i Aksâ vü Makdis hakkıçün
Cibrilin ettiği takdis hakkıçün
Kâbe kavseyni ev ednâ hakkıçün
Yavuz Sultan Selim’in Kudüs ziyareti ile ilgili Selimnâme bölümlerinin hepsinde Kudüs’te yapılan hayır ve hasenata geniş yer verilir. Silahşor, bir gece gerçekleştirilen bu Kudüs ziyaretinin sabahında kurbanlar kesildikten sonra Sultan’ın kutsal mekânları yeniden ziyaret edip Kudüs’ten ayrıldığını haber verir. Hoca Saadeddin’in uçsuz bucaksız denizler gibi tasvir ettiği ihsanlar, Ada’i-yi Şirazi’nin Selimnâme eserinde de doluya benzetilir:
Muradın sabahı ona çokça müjdeler verince,
Yoksullara bağışta bulunulmasını emretti.
Gönlü cömertlik bakımından özendirici hale gelip,
Tıpkı bahar bulutu gibi para yağdırıcı oldu.
Cömertlik fidanı dilencinin başına yaprak döktü,
Avcu tıpkı bulut, mücevherler ise dolu gibiydi.
O bağıştan sonra dünyayı ele geçirmek isteyen padişah,
Talihi yücelmiş olarak doru atının sırtına bindi.
Tıpkı Ahmed’in Mi’rac’a çıkması gibi
Yavuz Sultan Selim’in ihsanları sadece Müslümanlarla sınırlı kalmayıp Kudüs’te yaşayan Ermenileri de memnun etmiştir. Ermeni Patriği III. Serkis’e verilen fermana göre mevcut ibadethaneler mevcut statülerini korumaya devam eder. Bu ferman Osmanlı’nın Kudüs’teki Ermeni varlığını ve Patrikhane kurumunu tanıdığının da ispatıdır.
On dokuzuncu yüzyıl başlarına kadar sosyal bilimler tarafından görmezden gelinen “hafıza” kavramının kimlik, mekân, zaman ve toplumsal hafıza gibi kendisine paralel kavramlarla olan ilişkisi özellikle tarihsel okumaların seyrini belirlemekte oldukça önemlidir. Şam’dan Kudüs’e, Kudüs’ten Mısır’a kadar ulaşan hafızamızın unutma ile lanetlenmesi toplumsal hafızayı ölüme terk eder. Hâlbuki toplumsal hafıza, bütüncül ve kanonik yapısı sebebiyle ölümsüzlüğe tekabül etmektedir. Hafıza mekânı, mekân da hafızayı besler. Tam da bu noktada önem kazanan “mekân”, mimarî eserler, müzeler gibi kültür göstergelerine ev sahipliği yapma görevini sürdürür. Hafızanın mekân ile birliğinden doğan kurumlar da “toplumsal hafıza kurumları” olarak tanımlanır. Velhasıl, teoride toplumsal hafızamızın en mukaddes kurumlarından biri; Müslümanların Mirac’ı ve ilk kıblesi olan Kudüs bir harita sınırından ibaret değildir. Bilakis harita, coğrafyanın kendisi değil; manzaranın nihayeti; coğrafya ise hafızanın eriştiği yerdir.
Kaynak