Batı Asya'da Yolları Kesişen İki Kavim  Türkler ve Yahudiler

Batı Asya'da Yolları Kesişen İki Kavim

Türkler ve Yahudiler

 

Yusuf İzzettin Okumuş

  1. Türkler

Asya'nın bozkırlarında, ulu dağların ve görklü vadilerin arasından çıkmış bir millet, Türkler!

Eli kanlı, Müslüman ve Türk katili Cengiz'in 13. yüzyıl da peydah olup tarih sahnesine çıkışı dünya tarihinde eşine az rastlanır bir korku istilasına dönüştü. Dünyaya korku salan bu istila, Moğol  Devleti'nin topraklarını genişletmek için yaptığı kanlı saldırılardı. 13. yüzyıla kadar tarih sahnesinde bir önemi olmayan Moğollar Orta Asya, Çin, Doğu Avrupa ve Sibirya ovalarını istila ettiler.

İlk olarak Asya’daki Moğol kabilelerini birleştiren Cengiz, dünyanın en büyük devletlerinden birini kurdu. Doğu’ya ve Batı’ya birçok sefer düzenlemiş, topraklarına katmak istediği coğrafyalardaki insanları öldürerek şehirlerini yakıp yıkmıştır.

Moğol istilaları neticesinde 3 ila 6 milyon arasında insan hayatını kaybetmiştir. Asya'da bir çok şehri yağmalanmış, kütüphaneler yakılarak halk kılıçtan geçirilmiştir. Özellikle,  İslâm şehirleri ve üzerlerinde yeşermiş olan İslâm Medeniyeti çok büyük yara almış; Asya'da yok olmanın eşiğine gelmiştir. İstilâ, birçok Türk kavmini Moğol dehşetinden kaçarak Anadolu’ya sığınmaya zorlamıştır. Bunlar,  genel itibari ile Oğuzlar idi.  Allâh'ın (c.c.) her işinde bir hayır olduğu gibi bu işinde de bir hayır vardı. Anadolu'nun bağrından İslâm Âlemini gölgeleyecek, ona kol kanat gerecek bir adalet çınarı yeşertti: Osmanlılar!

1299 da Söğüt'te atılan çığlık, ardından 1326 da Kurtuba'nın düşüp Bursa'nın fethi ile kuşanılan bir emanet, 1453'te peygamberin (s.a.v) izinden yürünerek gerçekleştirilen  Konstantiniyye'nin müjdelenen kutlu fethi, İslâm'ın müjdelenen şekli ile cihâna yayılacağı yegâne merkez ve dirilişin artık şahlanışa aksettiği an! Hızla adalet çınarının gölgesine bir bir katılan Anadolu, Rumeli, Maşrık ve Mağrib!

  1. b) Yahudiler

Tarih boyunca insanlar içerisinde bulundukları zorluklardan ve güçsüzlüklerden sığınma ve tapınma bağlamında bir yaratıcıya teslim olma gereksinimi duymuşlardır. İnsanlık tarihine bakıldığında,  tarihi bağlamda ne kadar geriye gidilirse gidilsin dini inançlardan ya da ritüelerden yoksun bulunan herhangi bir topluma rastlanılmamıştır.(Taner Gür, "Nazi Almanya’sı Soykırımına Maruz Kalan Yahudiler ve Onları Kurtarma Mücadelesi Veren Türk Diplomatlar"(Yüksek Lisans tezi, İnönü Üniversitesi, 2018).)

Tarihsel vetîrede İbrâniler; “Yahudiler”, “İsrailoğulları” veya “ Museviler” olarak isimlendirilmiş. İnançları temel olarak, tek bir İlâhın varlığına dayalıdır. Kutsal kitapları olan Tevrat’ta ahde (anlaşma) geniş bir yer vermesinden dolayı bu din’e  “ahit dini’’ de denmektedir. 

Yaygın kanaat olarak İsrailoğullarının başlarına gelenlerin ve içinden bir türlü çıkamadıkları bu lânetli durumun, onların bu ahde (anlaşma) söz verdikleri halde uymamalarının sebep olduğudur. Bu bilgi hem kendi kutsal kitaplarında hem de kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilir.(Bkz. Bakara Suresi 47, Nisa Suresi 46.)

Yahudi inanışına göre Tanrı, ataları ile bir ahit yapmış ve onlara seçilmiş insan olduklarını tebliğ etmişti. Bu seçilmişlik düşüncesi Yahudiler’e tarihi süreçler içinde farklı boyutlar kazandırmış ve kendilerini dâima diğer milletlerden üstün ve farklı görmelerine neden olmuştur. 

Günümüz dünyasında Yahudiliği benimseyenlerin sayısı yaklaşık olarak 18 ila 20 milyon civarında olup, bu nüfusun ortalama 4 ila 5 milyonu İsrail’de, 6 milyonu Amerika Birleşik Devletleri'nde, geriye kalan Yahudiler ise azınlık hâlinde cihânın farklı yerlerinde varlıklarını sürdürmektedirler.

Esas konumuza gelmeden evvel şunu belirtmekte fayda var: Yahudiliğin din mi, ırk mı veyahut bir millet mi kesin değildir.  Bu sebeple,  Yahudilikte etnik yapı ile din iç içe girmiştir. Tarihi vetîre de  farklı isimlerle anılan Yahudiler için kullanılan terimleri açıklamakta fayda görüyorum. Bu terimler şu şekildedir:

İbrani: İbrani terimi “öteki tarafın insanları”anlamında olup Fırat veya Ürdün Nehirleri civarlarından gelen göçmenler anlamında kullanılmakta olan “Hibri” kelimesinden gelmektedir. Kimi Yahudi alimlerine göre ise köken itibari ile İbrani kelimesi, Hz. İbrahim Peygamberin atalarından  olan “Eber”in ismine dayanmaktadır. Bazı Din Tarihçileri ise” İbrani “kelimesini, M.Ö. XV. asırda Filistin de yaşamış olan “İBR”ya da “HİBR”kabilelerine dayandırmaktadır.

İsrail: Tevrat’a bakıldığı zaman (Tekvin 48 - Yaradılış 32/28),” İsrail” terimi, “Rab ile güreşerek yenen”manasına gelen ve Hz. Yakup Peygambere Tanrı Yahve tarafından verilmiş olduğu belirtilen isim olarak görülmektedir. İsrailoğulları terimi de bu kökenden kaynaklanmış olup Kur’an-ı Kerim’de de “Beni İsrail’’ şeklinde kullanılmaktadır.

Yahudi: Bu terim, Yahudilerin Babil sürgününde bulunduğu süreçte ortaya çıkan bir terimdir. Sürüldükleri yer olan Babil de, yerli halk İsrailoğullarına, gelmiş oldukları Yahuda bölgesine ithafen onlara “Yahudalı”manasında kullanılan “Yahudi” sözcüğünü kullanma söyleminden kaynaklandığı ileri sürülmüştür.

Siyonizm: Terim, dini, tarihi ve politik bir hedef olarak, Yahudilerin ortalama üç bin sene evvelindeki geçmiş hikayelerine kadar götürülmektedir. Yahudilerin kutsal saydığı ve Kudüs’te bulunan ‘Siyon Dağı’na istinaden kullanılan ve ilk fikir babası olarak kabul edilen ünlü hukukçu Avusturyalı Theodor Herzl’in ortaya koyduğu bir terimdir. Özet olarak, Siyonizm aynı zamanda Yahudilerin dünya üzerinde söz sahibi olma hayali olarak da değerlendirilebilir. Amaç olarak Siyonizm’e bakıldığında sürgünler sonrasında dünyanın farklı coğrafyalarına dağılan Yahudileri vaat edilen topraklar olarak tanımlanan Filistin’de toplayarak adı geçen bölgede bir İsrail Devleti’ni kurmaktır.(Bkz: Gür, "Nazi Almanya’sı.")

Tarihi açıdan baktığımızda, M.S. 70 ve 135 yıllarında Roma’nın Kudüs’ü muhasara altına alması ve Yahudilerin yaşadığı yenilgiler, sürgün edilenlerin sayısını ve yaşatılan zulmü daha da arttırdı. Yahudiler Kudüs ve çevresini terk edip dünyanın çeşitli yerlerine dağıldılar. Birçoğu Roma tarafından esir edilerek ülkenin dört bir yanında köle olarak satıldı.

Yaklaşık olarak 1700 yıl boyunca siyasi bir hareket meydana getirememiş olan Yahudiler, gün geçtikçe dünyayı yaratıcıları tarafından verilen bir ceza yeri olarak ve bu lânetli durumdan kurtuluşun da ancak Mesih aracılığıyla gerçekleşebileceğine inanmaya başladılar. 19. Yüzyılda akislerini hissettirmeye başlanan Siyonizm, bu inanışta bir kırılmaya neden olarak hem Yahudilere siyasi bir hareket meydana getirme hem de Kudüs’e dönme çözümü sunuyordu.

Siyonizm çağdaş dünyanın bir ürünüydü ve Yahudi diasporasının Filistin’e yönelik dini duygularını dünyevî bir siyasi ideolojiye çekiyordu. Siyonizm aklı etrafında hareket eden Yahudiler; dünyayı, yaratıcının verdiği cezanın çekileceği yer olarak görmekten ziyade, vakit kaybetmeden içinde bulunulan durumu terk edip, çağdaş bir ulus devletin oluşturulabileceği ve Filistin’e yerleşilmesi gerekliliğine büyük bir şevkle inanmaya başladılar. Uzun yıllar Yahudiler tarafından Kudüs veya İsrail ülkesi manasında kutsal sayılan bir dağ adı “Siyon’’, 19. yüzyıl  dünyasındaki aşağılanmışlıktan ve  antisemitizmden kurtuluşun ancak Filistin’de kurulacak bir Yahudi devleti ile gerçekleşebileceğine inanmış bir grup Yahudi tarafından seküler-siyâsî bir ideolojiye dönüştürüldü. 

Bu ideolog grupta bulunanlardan Zvi Hirsch Kalisher, Yahudilerin sürgün süresince yaratıcının kendilerine vermiş olduğu cezayı çektiklerine ve Filistin’e geriye dönmenin dini manada yaratıcının emirlerine bir karşı çıkış olmadığına inanmaktaydı. Hatta Kalisher’e göre, Siyon’un kurtulması Yahudi halkın fiili harekata geçmesiyle başlayacak, Mesih’in mucizeleri ise sonradan gelecekti.( Bkz: Gür, "Nazi Almanya’sı.")

                                                           TÜRK-YAHUDİ İLİŞKİLERİ

             Türkler ile  Yahudilerin  karşılaşmaları husûsunda  kaynaklarda farklı  yer  ve  zamanlarda  etkileşimlerin  olduğuna ilişkin  görüşler  zikredilir.  Lâkin aralarında en belirgin olanı  7-9.  yüzyıllar da  bugünkü Kafkasların kuzeyinde  Hazar  bölgesinde  varlığını  sürdüren   ve Museviliği  benimseyen  ilk Türk  Devleti olan  Hazarlar  (630-1030)  ile  Yahudi  toplumunun  etkileşimidir. Medeniyetlerin beşiği Anadolu'da M.Ö.  4.  yüzyıldan beri yaşadıkları, vâr oldukları bilinmektedir.

Bu durumu kanıtlayan unsurlara kazılarda rastlanmıştır. Hz. Süleyman'ın yaptırdığı yapının  yıkılmasıyla  birlikte  Yahudiler  kendi istekleriyle veyahut sürgün ile  Anadolu  ve  Balkanlara yayılmışlardı.   4.  yüzyılda  imparator  olan  Konstantin,  Bizantios  şehrine  gelerek, burayı kendine merkez edinmiş buraya Konstaninopolis  ismini  vermişti.  Resmi  din  olarak ise Hristiyanlığı  benimsemişti.  Yahudilere ilk zamanlar hoşgörü gösterilmiş ise de zaman içerisinde papazların baskıcı tutumu işi değiştirmiştir. Konstantin'in  imparator  olmasından (M.S. 306), Fatih  Sultan  Mehmed'in  İstanbul'u  fethine  (1453) kadar geçen  11 yüzyıllık  uzun  dönemde  imparatorlukta nefes alıp veren  Yahudiler çoğunluk itibariyle  karanlık  ve  acı  günlere tâbî tutulmuşlardır.

Bizans  döneminde  baskı  gören Yahudilerin  hoşgörülü  ve  adaletli saydıkları  Selçuklu  coğrafyasına  gelip  yerleştikleri görülür. Selçuklu coğrafyasında ilk temas Mezopotamya'da  Irak  Türkleri  ile  olmuştur.  En  belirgin temasları  ise  Selçuklu  hükümdarı Alparslan'ın  1071  yılında  Bizans  İmparatoru  Romanos  Diogenos'i  yenerek Anadolu'ya  girmesiyle  Türkler,  Yahudi  cemaatleriyle  karşılaşmış ve  Bizans  baskısından  kaçarak  Anadolu'ya  gelen  bu insanlara  belli  bir  vergi karşılığında din  ve  vicdan özgürlüğü  vermişlerdir.

Yahudilerin  Osmanlılar ile  ilk  temasının  1453'te  olduğu  ve  1492  yılında İspanya'dan  Osmanlı coğrafyasına  göç  ettirilmeleri  olarak düşünülse de,  Osmanlı  Devleti'nin  teşekkül etmesinden itibaren  Bizans'tan  birçok  Yahudi  yeni devletin  topraklarına  göçe  başlamıştı. ilk  gözle görülür münasebetler, Orhan Gazi'nin  Bursa’yı  fethettiği (1326) yıllarda  görülmektedir. Bizans  idaresi altında Bursa’da  yaşamakta  olan Yahudiler,  Osmanlı  Devleti'ni âdeta bir  kurtarıcı  olarak  görmüşler  ve  Orhan  Bey’in  Bursa’yı fethinde kendi gelecekleri  için önemli yardımlar  sağlamışlardır.  Karşılığında  da  Orhan  Bey burada  kalmalarına  izin  vermiş , Etz Ahayim (Hayat Ağacı) Sinagogu'nu inşa  etmelerine  müsaade etmişti.  Bu sinagog 1940'lı yıllara kadar hizmette kaldı. Millet  sistemiyle sahip Osmanlı'da  Yahudiler  sanayi,  ticaret  ve  maliye  gibi  konularda  iyi olduklarından  yöneticiler  tarafından  iyi  karşılanmışlardır. Osmanlı  topraklarında,  dinlerini  ve geleneklerini  daha  rahat  sürdürebilmek  için  kendilerine  has  ayrı  mahalleler  kurmak isteyen  Yahudiler,  anlayışla  karşılanmışlardır.  Yahudiler  devletin  topraklarının istedikleri  yerlerine  yerleşebilmiş,  mal,  mülk  sahibi  olabilmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşen Yahudilerin çok büyük bir kısmı Selanik'e yerleşmişler ve bu şehirde Yahudi çoğunluğunu asırlar boyunca muhafaza etmişlerdir.  Öyle ki; Yahudilerin kutsal günü olan Şabat gününde, şehrin bütün dükkânları kapalıdır.(Bkz: İhsan Turhan, "XVIII. Yüzyılda  Selanik  Yahudileri"(Yüksek Lisans tezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi , 2018).

Bizans İmparatorluğu zamanında İstanbul'da bir Yahudi toplumunun bulunduğu bilinen bir gerçektir. Diğer Yahudiler ise, Edirne ve Bursa'da yerleşmeyi uygun bulmuşlardır. Çünkü o dönemlerde, İstanbul, Edirne ve Bursa Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli şehirleriydi. Dönemin Osmanlı idarecileri, çoğunluğu tıp, ticaret, finans konularında kendini yetiştirmiş ve dil bilgisi zengin olan Yahudileri yanlarında görevlendimeyi uygun bulmuşlardı. Çanakkale'ye gelen Sefaradlar, öncelikle çevre ilçelere, özellikle de Ezine, Bayramiç, Gelibolu, Lapseki gibi Merkeze yakm ilçelere yerleşmişler ve ilerleyen yıllarda Çanakkale Merkez'e ticaret amaçlı geçiş yapmışlardır. Hububatçılık, manifaturacılık, tuhafiyecilik, ayakkabıcılık vb. gibi meslekleri Çanakkale'de yapmaya başlayan Yahudi halkı kısa zamanda ekonomik yönden donanımlı hale gelmişlerdir.(Bkz: Özlem Akı, "Cumhuriyet'ten Günümüze Çanakkale Yahudileri"(Yüksek Lisans tezi, Çanakkale Onsekiz Mart üniversitesi, 2014).)

        Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethiyle , İstanbul’da  yaşayan Yahudilere  ayrıcalıklar  verilmiştir.  Böylece,  Avrupa’dan  ve  Anadolu’dan  gelen Yahudiler  iktisadi  bilgi  ve  becerileri  sayesinde  İstanbul’un  ticaret  merkezi  olmasında  ve devletin  kalkınmasında  katkı  sağlamışlardır. Yahudiler  Osmanlı  Devleti’nde hiçbir ayrıma tâbî tutulmadan  mühim  görevlerde  bulunmuşlardır. Örneğin,  Yavuz'un  doktoru  olan  Josef  Amon’u  saray  hekim  başısı  gibi  mühim bir görevi tevdi etmesi gösterilebilir.  Osmanlı Devleti 19. yüzyılın  ikinci  yarısına  kadar  topraklarında yaşamak  isteyen  Yahudilerin  taleblerini  hiçbir  zaman  geri  çevirmedi. 

Avrupa’da başlayıp  antisemitizmin  etkisiyle  1290’da  İngiltere,  1392’de  Fransa,  1492’de  İspanya,  1497’de Portekiz  ve  daha  sonra  Orta  Çağ’dan bu  yana  Yahudilere  karşı  ön  yargısı  olan  Rusya’da Çar  II.  Aleksandır’ın  öldürülmesinden  sorumlu  tutularak  binlerce  Yahudi  katledilmiş, binlercesi  ise  sürgün  edilmişti.  İspanya  Kraliçesi  nâm-ı  diger  “Kirli  İsabella” nın  31  Mart 1492  tarihinde  bütün  Yahudilerin ya  dinlerini  değiştirmesi  ya da ülkeden  atılmaları  için ferman  yazması,  bu  ülkede  yaşamakta  olan  Yahudileri  oldukça  güç  bir  halde bırakmıştır. Bu ferman üstüne, üç yüz bine yakın Yahudi kısa bir süre içinde İspanya’yı terk etmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu durum karşısında bütünüyle yok olma tehlikesiyle karşı kaşıya kalan İspanya Yahudilerine dönemin Osmanlı Sultanı II. Bayezid’in izni ile Osmanlı Devleti kapılarını açmış ve Kaptan-ı Derya Kemal Reisi görevlendirerek onları getirtmiştir.(Gür, "Nazi Almanya’sı.")

Yavuz  Sultan  Selim  dönemi  ile  başlayan  Yahudilerin  etkin  durumu  Kanuni  Sultan Süleyman  döneminde  de  artarak  devam  etti.  İtalya’dan  Osmanlı  İmparatorluğu’na  gelen Yahudiler  kültür  birikimlerini  de  yanlarında  getirdiler.  İtalya  ve  Avrupa  aydınlanmanın yaşandığı  dönemlerde  gelen  nitelikli  göçler  sonucunda  Yahudilerin  Osmanlı bürokrasisinde  görünürlüğü  arttı.  Kanuni  Sultan  Süleyman  döneminde  verilen  ticari imtiyazlardan Yahudiler  de  faydalandı. (Bkz: Uğur Çınar, "Türkiye Cumhuriyeti’nin Filistin-İsrail Siyaseti ve İsrail’in Tanınması (1920-1950)"(Yüksek Lisans tezi, Bahçeşehir Üniversitesi, 2016).)

Yahudilerin Osmanlı Devleti’ne yönelmiş olmalarında Avrupa ülkelerinde maruz kalmış oldukları kötü muamele kadar, Osmanlı Devleti içerisinde karşılaştıkları hoşgörü ve kendilerine tanınan olanaklar da etkili olmuştur. Kurtuluş Savaşı esnasında Rum ve Ermenilerin tersine tarihteki bu vefaya karşılık olacak ki Yahudiler, istisnalar hariç Anadolu da işgalci güçlerle işbirliğine girmemiş ve ayaklanmamışlardır. İki toplum arasındaki ilşkilere bakıldığında, İsrail’in kurulmuş olduğu 1948 senesine gelinceye değin Yahudilerin Türkiye ile olan ilişkisi ilk olarak “sığınmacı”, sonrasında “Tebaa” ve sonunda Tazminat’tan Cumhuriyet’e giden zaman diliminde “Yurttaş” biçiminde olmuştur.(Bkz: Gür, "Nazi Almanya’sı.")

Tarihi süreçte farklı sebeplerden sürgünler yaşayan bu lânetli millet için 1897 yılında toplanmış olan Yahudi kongresinde, Yahudilerin Filistin’e yerleşmeleri, Yahudi ulusal kimliğinin inşaası ve bu hedefler kapsamında aktör devletlerden gereken desteğin sağlanması hususunda  kararlar alındı. Kararlar neticesinde Yahudi lobisinin önde gelenlerinden olan Herzl, mali sıkıntılar ile cebelleşen Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit Han'a Osmanlı Devletinin borçlarının ödenmesi karşılığında Filistin’in kendilerine sunulmasını teklif etti. Yahudilere her dönem kucak açmış olan Osmanlı bu süreçte iktisadi ve siyasi bunalımda olmasına rağmen bu teklifi katı surette reddetti. Zîrâ Yahudilerin gerçek niyetleri bu bölgede siyasi ve politik çıkarlar elde etme hülyâsında olması ve zaman içerisinde teşekkül ettirilecek Yahudi devletinin Müslümanları ve Osmanlı’yı bu coğrafyada etkisiz kılma istemesiydi. Teklifin reddine ilaveten Filistin’e yapılacak olan Yahudi göçlerine de sınırlandırmalar getirildi.

Osmanlı Devleti'nin âdeta kemiklerine varıncaya dek paylaşılmasıyla nihayete eren Birinci Cihân Harbi ile, Yahudiler pusu da yüzyıllarca beklemiş bir çakal edâsıyla aradığı fırsatı yakalamış; neticesinde 1948'de İsrail adı verilen Siyonist yapılanmayı Filistin’de tutundurmayı başarmışlardır.

Türkiye, 1949’dan önce İsrail’in bağımsızlığına karşı çıkan ülkeler arasında yer almıştı.  Fakat Türkiye komisyona dâhil oluşundan itibaren giderek Arapları desteklemekten uzaklaştı ve daha batıcı bir çizgiye yöneldi. 28 Mart 1949’da* ilk Müslüman ülke olarak İsrail’in tanınmasıyla sonuçlanacak bu tavır değişikliği dönemin değişen siyasi, ekonomik ve askeri gelişmeleri sebebiyle gerçekleşti.

SONUÇ

Yüzyıllarca İslâm'ın kılıcı olmuş, Hilâfetin mührü olan Türkler, Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren İslâm ile, tarihi ile, hayalleri ile, dâvâsı ile, bağları koparılmaya çalışılmış körü körüne taklit edilen bir batı sempatisinin neticesinde hafızasını kaybetmiş, ameliyat yatağında yatan, ailesi olan İslâm Âleminden bihaber bir millet konumuna düştü. Eli kanlı Müslüman katillerinin kurduğu çakal sofrasını tanıyan ilk Müslüman devlet Türkiye yazacaktı tarih!

Cihânın dört bir tarafında ezilen, hâkir görülen, aşağılanan, sürülen, katledilen, soykırımla burun buruna gelmiş lânetli bir kavme kucak açmış, âdeta kanatları altında korumuş bir milletti Türkler...

Yahudiler ise buldukları ilk fırsatta Müslümanların kanını dökmekten geri durmamışlardı. Oysa ki Türkler ve Müslümanlar onları imkânsızlıklar içinde İkinci Cihân Harbi'nde Nazi kamplarında dahi yalnız bırakmamıştı.

Türk  tarihine  bakıldığında  Yahudiler  için  bahsi  geçen  acı  dolu  günlerde  Türkiye hiçbir  iktisadi  ve  siyasi  çıkar  gözetmeksizin  Nazilerin  dünyayı  ateşe  verdiği  bir dönemde  ve  güç  durumda  kalmasına  rağmen  dünyanın  unuttuğu  Musevi  halkına  elini uzatmış  ve  pek  çoğunu  soykırımdan  kurtararak  hayatta  kalmalarını  sağlamıştır.( Bkz: Gür, "Nazi Almanya’sı.")

*İsrail Devleti'nin Türkiye tarafından tanınmasına dair resmi gazetede yayınlanan karar. Karar Sayısı :8942-İsrail Devleti'nin derhal tanınması Dışisleri Bakanlığının 25/3/1949 tarihli ve 35970/155 sayılı yazısı üzerine Bakanlar Kurulunun 24/8/1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır.

 

KAYNAKÇA

Gür, Taner. "Nazi Almanya’sı Soykırımına Maruz Kalan Yahudiler ve Onları Kurtarma Mücadelesi Veren Türk Diplomatlar." Yüksek Lisans tezi, İnönü Üniversitesi, 2018.

Çınar, Uğur. "Türkiye Cumhuriyeti’nin Filistin-İsrail Siyaseti ve İsrail’in Tanınması (1920-1950)" Yüksek Lisans tezi, Bahçeşehir Üniversitesi, 2016.

Turhan, İhsan. "XVIII. Yüzyılda  Selanik  Yahudileri" Yüksek Lisans tezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi , 2018.

Akı, Özlem. "Cumhuriyet'ten Günümüze Çanakkale Yahudileri" Yüksek Lisans tezi, Çanakkale Onsekiz Mart üniversitesi, 2014.

Tanyu, Hikmet. Tarih boyunca Yahudiler ve Türkler. İstanbul: Elips, 2005.

https://www.google.com/amp/s/www.dunyabulteni.net/haber/amp/173583


الصفحة الرئيسية

تسجيل الدخول / عضو

رقم الحساب

تبرع

سلتي